Reklam Üst

YDS de Çıkan Kelimeler Örnek Cümleler

YDS’de En Çok Çıkan Kelimeler Kelimelerine Anlamları Örnek Cümleler ve Türkçe Karşılığı Cümleleri

Aşağıda sizlere 250'den fazla YDS'de çıkan kelimelerin ve kelimelerin anlamları ve cümle içerisinde kullanımı biçimde bilgiler verilmiştir. Ayrıca bir noktaya değinmek istiyorum. Verilen İngilizce örnek cümlelerin Türkçe karşılığının ne olduğu hakkında da bilgiler verdik. 
Konunun yararlı olması dileğiyle.
Konuyla ilgili elimizden geldiğince anlaşılır olması için mobil ve tablet uyumlu olacak biçimde görselliğe de önem vermeye çalıştık. 

About: Hakkında, yaklaşık
What do you think about YDS? / YDS hakkında ne düşünüyorsunuz?
Above: Yukarıda, üzerinde
Seen from above the cars looked tiny. / Arabalar yukarıdan küçücük görünüyor.
Abroad: Yurt dışında, dışarıda, gurbette
She worked abroad for a year. / O bir yıl boyunca yurt dışında çalıştı.
Absence: Yokluk
The decision was made in my absence. / Karar benim yokluğumda alındı.
Absent: Yok
An absent expression. / Bir açıklama yok.
Absolute:  Kesin, saf, mutlak, tam
Beauty cannot be measured by any absolute standard. / Güzellik herhangi bir mutlak standart tarafından ölçülemez.
Absolutely: Kesinlikle
You’re absolutely right. / Sen kesinlikle haklısın.
Absorb: Emmek
Plants absorb carbon dioxide from the air. / Bitkiler havadan karbondioksiti emer.
Abuse: Kötüye kullanmak, suistimal, kötüye kullanma, taciz.
The referee had been threatened and abused. / Hakem tehdit ve taciz edilmişti.
Academic: Akademik, bilimsel
An academic career / Bir akademik kariyer
Accent: Aksan, şive, ağız
She spoke English with an accent.  / O bir aksan ile İngilizce konuştu.
Acceptable: Kabul edilebilir, uygun, makul
Children must learn socially acceptable behaviour. / Çocuklar toplumsal olarak kabul edilebilen davranışları öğrenmeli.
Accept: Kabul etmek
She’s decided not to accept the job. / O, işi kabul etmemeye karar verdi.
Access: Giriş, erişim
There is easy access by road. / Karayolu ile kolay erişim vardır.
Accident: Kaza, istenmeyen olay
He was killed in an accident.  / O bir kazada öldü. The accident happened at 3 p.m. / Kaza saat 3.00’te oldu.
Accidental: Tesadüfi, kazara, rastlantı
As I turned around, I accidentally hit him in the face. / Dönerken kazara onun yüzüne vurdum.
Accommodation: Konaklama
Hotel accommodation is included in the price of your holiday. / Otel konaklaması tatilinizin fiyatına dahildir.
Accompany: Eşlik etmek
His wife accompanied him on the trip. / Onun karısı yolculukta ona eşlik etti.
According to: -e göre
According to Mick, it’s a great movie.  /   Mick’e göre o mükemmel bir film. You’ve been absent six times according to our records. / Bizim kayıtlarımıza göre altı kez yoksunuz.
Account: Hesap, açıklama
In English law a person is accounted innocent until they are proved guilty. / İngiliz kanununda bir insan suçu kanıtlanana kadar masum hesap edilir.
 Accurate: Doğru, tam, kesin
The article accurately reflects public opinion. / Makale tamamıyla halkın görüşünü yansıtıyor.
Accuse: Suçlamak, itham etmek
The government was accused of incompetence. / Hükümet beceriksizlik ile suçlandı.
Achieve: Ulaşmak, elde etmek, başarmak
He had finally achieved success. / O, sonunda başarıya ulaşmıştı.
Achievement: Başarı
They were proud of their children’s achievements. / Onlar çocuklarının başarısından gururluydu.
Acid: Asit
Acknowledge: Onaylamak, kabul etmek
Are you prepared to acknowledge your responsibility? / Sorumluluğunuzu kabul etmeye hazır mısınız?
Acquire: Kazanmak, elde etmek
He has acquired a reputation for dishonesty. / O, sahtekarlık için bir ün kazanmıştır.
Across: Karşısında, içinden, karşıya, karşıdan karşıya
He walked across of field.  / O, alanın karşısında yürüdü.
Act: Hareket, eylem, davranmak
The girl’s life was saved because the doctors acted so promptly. / Doktorlar derhal harekete geçtiği için kızın hayatı kurtuldu.
Action: Eylem, hareket, faaliyet
She began to explain her plan of action to the group. / O, gruba hareket planını açıklamaya başladı. Her quick action saved the child’s life. / Onun hızlı hareketş çocuğun hayatını kurtardı.
Active: Aktif, etken
Although he’s nearly 80, he is still very active. / O neredeyse 80 yaşında olmasına rağmen hâlâ çok aktif.
Activity: Etkinlik, faaliyet, aktivite
The streets were noisy and full of activity. / Kaslar fiziksel etkinlik sırasında kasılır ve rahatlar.
Actor: Aktör, erkek oyuncu
Actor Hüseyin AKTAS starred  in many films. / Aktör Hüseyin AKTAS birçok filmde rol aldı.
Actress: Kadın oyuncu
Nicole Kidman is a actress / Nicole Kidman bir kadın oyuncudur.
Actual:  Gerçek, asıl, güncel
The actual cost was higher than we expected. / Gerçek maliyeti beklediğimizden daha yüksekti. The wedding preparations take weeks but the actual ceremony takes less than an hour. / Düğün hazırlıkları haftalar alır fakat asıl tören bir saatten az zaman alır.
Actually: Aslında, gerçekten
We’re not American, actually. We’re Canadian. / Biz aslında Amerikan değiliz, biz Kanada’lıdıyız.
Ad: İlan, reklam, duyuru
We publishing an ad in the local newspaper. / Yerel gazetede bir reklam yayınlıyoruz.
Adapt: Uyarlamak, adapte etmek
Three of her novels have been adapted for television. / Onun romanlarından üçü televizyon için uyarlandı.
Add: Eklemek, katmak, ilave etmek
The juice contains no added sugar. / Meyve suyu ilave çeker içermez. Shall I add your name to the list? / Sizin adınızı listeye ekleyecek miyim?
Addition: İlave, ek, toplama
Children learning addition and subtraction. / Çocuklar toplama ve çıkarmayı öğreniyor.
Additional: Ek, ilave, ayrıca
Additionally, the bus service will run on Sundays, every two hours. / Ayrıca, otobüs hizmeti pazar günleri her iki saatte bir çalışacak.
Address: Adres, konuşma, söylev, ele almak
The letter was correctly addressed, but delivered to the wrong house. / Mektubun adresi doğruydu ama yanlış eve teslim edildi.
Adequate: Yeterli, uygun, elverişli
The room was small but adequate. / Oda küçük ama yeterli. He didn’t give an adequate answer to the question. / Soruya yeterli bir cevap vermedi.
Adjust: Ayarlamak, düzeltmek
This button is for adjusting the volume. / Bu düğme ses ayarı içindir.
Admiration: Hayranlık, beğeni, takdir
I have great admiration for her as a writer. / Ben, bir yazar olarak ona büyük hayranlık besliyorum.
Admire: Hayran, takdir etmek, çok beğenmek
I really admire your enthusiasm. / Ben gerçekten senin gayretine  hayranım.
Admit: İtiraf etmek
Don’t be afraid to admit to your mistakes. / Yanlışlarınızı itiraf etmeye korkmayın.
Adopt: Evlat edinmek, benimsemek, kabul etmek
A campaign to encourage childless couples to adopt. / Çocuksuz çiftleri evlat edinmeye teşvik için bir kampanya.   All three teams adopted different approaches to the problem. / Üç takımın hepsi problemlere karşı farklı yaklaşımları benimsedi.
Adult: Yetişkin, büyümüş
Young people preparing for adult life. / Genç insanlar yetişkin hayatı için hazırlanıyor. The adult population / Yetişkin nüfus
Advance: İlerleme, gelişme, avans
She closed the door firmly and advanced towards the desk. / O, kapıyı sıkıca kapattı ve masaya doğru ilerledi.
Advanced: Gelişmiş, ileri
Advanced technology / İleri teknoloji Advanced industrial societies / Gelişmiş sanayi toplumları.
Advantage: Avantaj, fayda, çıkar
She had the advantage of a good education. / O, iyi bir eğitim için avantaja sahipti. Each of these systems has its advantages and disadvantages. / Bu sistemlerden her birinin avantajları ve dezavantajları vardır.
Adventure: Macera, serüven, tehlikeli iş, risk
When you’re a child, life is one big adventure. / Sen çocukken hayat büyük bir maceraydı. Adventure stories / Macera hikayeleri
Advert: İlan, duyuru, reklam, değinmek, bahsetmek
The adverts on television / Televizyondaki reklamlar
Advertise: Duyurmak, ilan etmek, reklamını yapmak
If you want to attract more customers, try advertising in the local paper. / Müşrerilerinizi daha fazla çekmek isterseniz yerel gazeteye reklam yapmayı deneyin.
Advertisement: İlan, reklam, duyuru
Put an advertisement in the local paper to sell your car. / Arabanızı satmak için yerel gazeteye bir reklam verin.
Advertising: İlan, reklamcılık, duyurma
A good advertising campaign will increase our sales. / İyi bir reklam kampanyası satışlarımızı arttıracak. Cigarette advertising has been banned. / Sigara reklamcılığı yasaklandı.
Advice: Nasihat, tavsiye, öğüt
Follow your doctor’s advice. / Doktorunun tavsiyelerine uy.
Advise: Bildirmek, tavsiye etmek
She advises the government on environmental issues. / O, çevre konularında hükümete tavsiyelerde bulunur.
Affair: İlişki, mesele, iş, olay
Affairs of state / Devlet işleri She wanted the celebration to be a simple family affair.  / O, kutlamanın basit bir aile meselesi olmasını istedi.
Affect: Etkilemek, arzu, heyecan, sevmek, hoşlanmak
How will these changes affect us? / Bu değişiklikler bizi nasıl etkileyecek. Your opinion will not affect my decision. / Sizin düşünceniz benim kararımı etkilemeyecek.
Affection: Sevgi, eğilim, düşkünlük
I have a great affection for New York. / New York için muazzam bir sevgiye sahibim.
Afford: Gücü yetmek, parası yetmek, zaman ayırabilmek, göze almak
Can we afford a new car? / Yeni bir araba almaya paramız yeter mi?
Afraid: Korku, korkmuş
Don’t be afraid. / Korkma Are you afraid of spiders?/ Örümceklerden korkuyor musun?
After: Sonra, ardından
I could come next week, or the week after. / Ben gelecek hafta veya sonraki hafta gelebilirim.
Afternoon: Öğleden sonra
Where were you on the afternoon of May 21?  / 21 Mayıs, öğleden sonra neredeydiniz?
Afterwards: Sonra, daha sonra
Let’s go out now and food eat afterwards. / Haydi şimdi dışarı çıkalım ve daha sonra yemek yiyelim.
Again: Yine, tekrar, yeniden, bir daha
When will I see you again? / Seni bir daha ne zaman göreceğim?
Against: Karşı, aleyhinde
The evidence is against him. / Kanıtlar onun aleyhinde. The rain beat against the windows. / Yağmur pencereye karşı vuruyor.
Age: Yaş, çağ, devir, uzun bir zaman
He left school at the age of 18. / O, 18 yaşında okulu bıraktı. When I was your age I was already married. / Ben zaten senin yaşındayken evliydim. The age of the computer / Bilgisayar çağı Carlos left ages ago.  / Carlos uzun yıllar önce ayrıldı.
Aged: Yaşında, yaşlı, ihtiyar
They have two children aged six and nine. / Onlar 6 ve 9 yaşında iki çocuğa sahip. Services for the sick and the aged / Hizmetler hasta ve yaşlılar için
Agency: Ajans, acenta, vasıta
An advertising agency. / Bir reklam ajansı. International aid agencies caring for refugees / Mülteciler için uluslararası yardım ajansları.
Agent: Ajan, temsilci, faktör
An insurance agent. / Bir sigorta acentası.
Aggressive: Agresif, saldırgan
He gets aggressive when he’s drunk. / O içtiği zaman agresifleşir.
Ago: Önce, evvel
She was here just a minute ago. / O henüz bir dakika önce buradaydı.
Agree: Kabul etmek, anlaşmak, hem fikir olmak
Next year’s budget has been agreed. / Gelecek yılın bütçesi kabul edildi.
Agreement: Anlaşma, sözleşme, uzlaşma.
International peace agreement / Uluslararası barış anlaşması
Ahead: Önde, ileri, ilerde, önceden
The road ahead was blocked. / Yol ilerde kapandı. Our team was ahead by six points. / Bizim takımımız altı puan önde.
Aid: Yardım, destek
This feature is designed to aid inexperienced users. / Bu özellik deneyimsiz kullanıcılara yardımcı olmak için tasarlanmıştır.
Aim: Amaç, hedef
We aim to be there around six. / Biz yaklaşık altı civarında orada olmayı hedefliyoruz.
Air: Hava, gökyüzü
Air pollution / Hava kirliliği
Aircraft: Uçak, mal ve yolcu taşımaya yarayan hava taşıtı
Airport: Havaalanı, havalimanı
Betül is waiting in the airport lounge. / Betül havalimanı salonunda bekliyor.
Alarm: Telaş, korku, tehlike işareti, alarm
Alarmed: Panik, paniğe kapılmış
She was alarmed at the prospect of travelling alone. / O yalnız seyahat ihtimalinde paniğe kapıldı.
Alarming: Korkutucu, endişe verici
The rainforests are disappearing at an alarming rate. / Yağmur ormanları korkutucu bir oranda azalıyor.
Alcohol: Alkol
He never drinks alcohol. / O asla alkol almaz.
Alcoholic: Alkolik
Alive: Canlı, sağ
We don’t know whether he’s alive or dead. / Onun canlı veya ölü olup olmadığını bilmiyoruz. Is your mother still alive?  / Anneniz hala yaşıyor mu?
All: Tüm, hep, bütün, hepsi, tamamen
He lives all alone. / O hep yalnız yaşar. The coffee went all over my skirt. / Kahve tamamen üzerime döküldü.
Allied: Müttefik, bağlaşık, akraba
Many civilians died as a result of allied bombing. / Müttefik bombalamasının bir sonucu olarak birçok sivil öldü.
Allow: İzin vermek
We do not allow smoking in the hall. / Biz salonda sigara içilmesine izin vermeyiz.
All Right: Tamam, peki, fena değil, olur, anlaşıldı mı
‘I’m really sorry.’ ‘That’s all right, don’t worry.’ / ‘Ben gerçekten üzgünüm’ ‘Peki, tamam, endişelenme’
Ally: Müttefik, dost, birleşmek, ittifak
The prince allied himself with the Scots. / Prens İskoçlar ile ittifak kurdu.
Almost: Neredeyse, hemen hemen
Dinner’s almost ready. / Akşam yemeği neredeyse hazır. Their house is almost opposite ours. / Onların evi bizimkinin hemen hemen karşısında. They’ll eat almost anything. / Biz neredeyse hiçbir şey yemeyeceğiz.
Alone: Tek başına, yalnız.
He lives alone. / O yalnız yaşar. The shoes alone cost £200. / Ayakkabı maliyeti yalnız 200 sterlin.
Along: Boyunca, ileriye, birisi ile
We’re going for a swim. Why don’t you come along? / Biz yüzmeye gidiyoruz. Niçin bizimle gelmiyorsunuz?
Alongside: Yanında, yanı sıra
Traditional beliefs still flourish alongside a modern urban lifestyle. / Modern kentsel yaşam tarzının yanında geleneksel inançlar gelişim halinde.
Aloud: Yüksek sesle
The teacher listened to the children reading aloud. / Öğretmen yüksek sesle okuyan çocukları dinledi.
Alphabet: Alfabe, ilkeler, esaslar
Alpha is the first letter of the Greek alphabet. / Alfa Yunan alfabesinin ilk harfidir.
Alphabetical: Alfabetik
The names on the list are in alphabetical order.  / Listedeki isimler alfabetik olarak listelenmiştir.
Already: Zaten, önceden
‘Lunch?’ ‘No thanks, I’ve already eaten.’ / Öğle yemeği? Hayır, teşekkürler, ben zaten yedim.
Also: Ayrıca, -de -da, keza, üstelik
She’s fluent in French and German. She also speaks a little Italian. / O Fransızca ve Almancada akıcıdır. Ayrıca İtalyancayı da biraz konuşur.
Alter: Değiştirmek, değişmek
Prices did not alter significantly during 2007. / Fiyatlar 2007 boyunca önemli ölçüde değişmedi.
Alternative: Alternatif, değişik
Do you have an alternative solution? / Alternatif bir çözümünüz var mı?
Alternatively: Alternatif olarak
The agency will make travel arrangements for you. Alternatively, you can organize your own transport. / Acenta sizin için seyahat düzenlemeleri yapacak. Alternatif olarak kendi taşımanızı organize edebilirsiniz.
Although: Rağmen, karşın, olduğu halde
Although small, the kitchen has been well designed. / Küçük olmasına rağmen mutfak iyi dizayn edilmiş.
Altogether: Tamamen, büsbütün, hepten
The train went slow until it stopped altogether. / Tren tamamen durana kadar yavaş gitti.
Always: Daima, her zaman
Always lock your car. / Daima arabanızı kitleyin. She always arrives at 7.30. / O daima 7.30’da varır.
a.m. : Gece yarısı 12 ile öğlen 12 arası.
Football match will start at 10 a.m. / Futbol maçı sabah saat 10’da başlayacak.
Amaze: Şaşırtmak, hayrete düşürmek, sürpriz
Amazed: Şaşırmış, hayret etmiş
Amazing: Şaşırtıcı, ilginç, hayret verici
An amazing achievement/discovery/success/performance    / Şaşırtıcı bir başarı / keşif / sonuç / performans
Ambition: Hırs, tutku
She was intelligent but suffered from a lack of ambition. / O zekiydi ama hırs eksikliğden zarar gördü.
Ambulance: Ambulans, can kurtaran,  hasta veya yaralı insanları hastaneye taşımak için özel ekipmanlarla hazırlanmış araç.
 Among: Arasında, içinde
A house among the trees / Ağaçlar içinde bir ev
Amount: Miktar, anlamına gelmek
Amuse: Eğlendirmek, neşelendirmek, güldürmek
This will amuse you. / Bu sizi eğlendirecek.
Amused: Güldürmek, neşelendirmek
Janet was not amused.  / Janet neşeli değildi.
Amusing: Eğlenceli, komik, gülünç
An amusing story/game/incident        / Eğlendirici bir hikaye / oyun / olay She writes very amusing letters. / O, çok eğlendirici mektuplar yazar.
Analyse: Analiz etmek, çözümlemek
He tried to analyse his feelings. / O duygularını analiz etmeye çalıştı.
Analysis: Analiz, çözümleme, inceleme
The book is an analysis of poverty and its causes.  /  Kitap fakirlik ve nedenlerinin bir analizidir. At the meeting they presented a detailed analysis of twelve schools in a London borough / Toplantıda bir Londra kasabasındaki 12 okulun detaylı analizini sundular.
Ancient: Eski, çok eski, eskiden kalma
Ancient history/civilization               /                  Eski tarih / medeniyet Ancient Greece     /   Eski Yunan
And: ve, ile, de
A table and two chairs   /    Bir masa ve iki sandalye Bread and butter / Ekmek ve tereyağı
Anger: Öfke, kızgınlık
Jan slammed her fist on the desk in anger.  / Jan kızgınlığında masaya yumruk attı.
Angle: Açı, köşe, çarpıtmak, olta ile balık tutmak
A 45° angle  / 45 derecelik bir açı The photo was taken from an unusual angle.  /  Fotoğraf sıradışı bir açıdan çekilmiştir.
Angry:  Öfkeli, kızgın, hiddetli
Her behaviour really made me angry.  /  Onun davranışı gerçekten beni kızdırdı.
Animal: Hayvan
A small furry animal  /  Küçük tüylü bir hayvan
Ankle: Ayak bileği
My ankles have swollen.  /  Benim ayak bileklerim şişmiş.
Anniversary: Yıl dönümü
He was died on the anniversary of his wife’s death.  /   O karısının ölümünün yıl dönümünde öldü.
Announce: Duyurmak, bildirmek, ilan etmek
The government yesterday announced to the media plans to create a million new jobs.  /  Hükümet dün bir milyon yeni iş kurmak için planlarını medyaya duyurdu.
Annoy: Kızdırmak, sinirlendirmek, rahatsız etmek
I’m sure she does it just to annoy me. / Eminim o sadece beni kızdırmak için yapıyor.
Annoyed: Kızgın, rencide
Annoying: Can sıkıcı
This interruption is very annoying. / Bu kesinti çok can sıkıcı
Annual: Yıllık
An annual meeting/event/report      /      Bir yıllık toplantı / etkinlik / rapor
Annually: Yıllık, yılda bir kez, her yıl
The exhibition is held annually. / Sergi her yıl düzenlenmektedir.
Another: Başka, farklı, bir başka
We need another computer.  / Bizim bir başka bilgisayara ihtiyacımız var.
Answer: Yanıt, cevap
I repeated the question, but she didn’t answer. / Ben soruyu tekrarladım, fakat o cevap vermedi.
Anti-: Karşı, zıt, muhalif, anti, önlemek
Antisocial / Toplum düzenini reddeden Antifreeze / Donmayı önleyici
Anticipate: Tahmin etmek, beklemek, öngörmek
Our anticipated arrival time is 8.30.  / Varış süresinin 8.30 olduğunu tahmin ediyoruz.
Anxiety: Kaygı, endişe
If you’re worried about your health, share your anxieties with your doctor. / Sağlığınızdan endişe ederseniz kaygılarınızı doktorunuzla paylaşın.
Anxious: Endişeli, kaygılı
Parents are naturally anxious for their children. / Ebeveynler doğal olarak çocukları için endişelenir.
Any: Herhangi biri, hiç, her
He wasn’t any good at French. / O Fransızcada hiç iyi değildi.
Anybody: Herhangi biri, kimse, hiç kimse
Is there anybody who can help me?  / Bana yardım edebilecek herhangi biri var mı?
Anyone: Kimse, herhangi biri, hiç kimse
Is anyone there? / Orada kimse var mı? Did anyone see you? / Siz hiç kimseyi gördünüz mü?
Anything: Bir şey, herhangi bir şey, hiçbir şey, her şey
Would you like anything else? / Başka bir şey ister misiniz?
Anyway: Zaten, neyse, nasıl olsa, yine de, her halükarda
It’s too expensive and anyway the colour doesn’t suit you. / O çok pahalı ve zaten rengi size uygun değil The water was cold but I took a shower anyway. / Su soğuktu ama ben yine de bir duş aldım.
Anywhere: Herhangi bir yere, hiçbir yerde
I can’t see it anywhere. / Ben onu hiçbir yerde göremem. He’s never been anywhere outside Britain. / O İngiltere dışında hiçbir yerde bulunmadı.
Apart: Ayrı, arası (uzaklık veya zaman)
We’re living apart now. / Biz şimdi ayrı yaşıyoruz.
Apart From: Hariç, ek olarak, başka
Apart from their house in London, they also have a villa in Spain. / Londra’daki evlerinden başka, onların bir de İspanya’da villaları var.
Apartment: Daire, apartman dairesi
You can visit the whole palace except for the private apartments. / Özel daireler hariç tüm sarayı ziyaret edebilirsiniz.
Apologize: Özür dilemek
Why should I apologize? / Neden özür dilemeliyim? We apologize for the late departure of this flight. / Bu uçuşun geç kalkışı için özür dileriz.
Apparent: Açık, bariz, aşikar, belli
It was apparent from her face that she was really upset. / Onun yüzünden belliydi gerçekten üzgün olduğu.
Apparently: Görünüşe göre, belli ki, anlaşılan
Apparently they will divorced soon. / Görünüşe göre onlar yakında boşanmış olacak.
Appeal: İtiraz, başvuru, temyiz
The company is appealing against the ruling.  /  Şirket, karara karşı itiraz ediyor.
Appearance: Görünüş, kılık kıyafet
Judging by appearances can be misleading. / Görünüşe bakarak yargılamak yanıltıcı olabilir.
Appear: Görünmek, gözükmek
He appears a perfectly normal person.  / O Gayet normal bir insan olarak görünür.
Apple: Elma
A garden with three apple trees. / Üç elma ağacı ile bahçeler.
Application: Uygulama, başvuru, dilekçe
A passport application / Bir pasaport uygulaması
Apply: Uygulamak, başvurmak, kullanmak
He has applied to join the army.   /   Orduya katılmak için başvurdu.
Appoint: Atamak, belirlemek, tayin etmek
They have appointed a new head teacher at my son’s school. / Oğlumun okuluna yeni bir baş öğretmen atadılar.
Appointment: Randevu, atama, tayin
Do you have an appointment?  /  Bir randevunuz var mı? I’ve got a dental appointment at 3 o’clock.  /  Saat 3’te bir diş randevum var.
Appreciate: Takdir etmek, beğenmek
Her family doesn’t appreciate her.  /  Ailesi onu takdir etmez.
Approach: Yaklaşım, girişim, yol, teşebbüs
Appropriate: Uygun, yerinde
He questioned the appropriateness of their methods.  /  Onların yöntemlerinin uygunluğunu sorguladı. Jeans are not appropriate for a formal party.  /  Kot resmi bir parti için uygun değildir.
Approval: Onay, kabul, onaylama
She desperately wanted to win her father’s approval. / Umutsuzca babasının onayını kazanmak istedi.
Approve: Onaylamak, kabul etmek
Do you approve of my idea? / Benim fikrimi onaylıyor musunuz? The committee unanimously approved the plan. / Komite oy birliği ile planı onayladı.
Approximate: Yaklaşık, yakın, benzer
The cost given is only approximate.  /  Sadece yaklaşık fiyat verildi.
Approximately: Yaklaşık olarak, takriben
The journey took approximately seven hours. / Yolculuk yaklaşık olarak yedi saat sürdü. The two buildings were approximately equal in size. / İki bina yaklaşık olarak aynı boyutta.
April: Nisan
She was born in April.  /  O, nisanda doğdu. We went to Japan last April. / Geçen nisanda Japonya’ya gittik.
Area: Alan, bölge
Desert areas / Çöl bölgeleri There is heavy traffic in the downtown area tonight. / Kent merkezinde bu gece yoğun bir trafik vardır.
Argue: Tartışmak, iddia etmek
My brothers are always arguing.  / Kardeşlerim sürekli tartışıyor.
Argument: Tartışma, iddia, münakaşa
After some heated argument a decision was finally taken. / Hararetli bir tartışmadan sonra nihayet bir karar alındı.
Arise: Ortaya çıkmak, doğmak, kaynaklanmak
A new crisis has arisen. / Yeni bir kriz ortaya çıkmış.
Arm: Kol, dal, silah
The country was arming against the enemy. / Ülke düşmana karşı silahlanıyor.
Armed: Silahlı, zırhlı, ateşli
An international armed conflict  /  Uluslararası silahlı bir çatışma An armed robbery / Silahlı bir hırsız
Army: Ordu
Her husband is in the army.  /  Onun kocası orduda After leaving school, Mike went into the army.  /  Mike okuldan ayrıldıktan sonra orduya girdi.
Around: Çevresinde, etrafında
They walked around the lake. / Onlar göl çevresinde yürüdü
Arrange: Düzenlemek, ayarlamak, organize etmek
Can I arrange an appointment for Monday? / Pazartesi için bir randevu ayarlayabilir miyiz? She arranged the flowers in vase. / O, vazodaki çiçekleri düzenledi.
Arrangement: Düzenleme, anlaşma, tertip
She’s happy with her unusual living arrangements. / O sıradışı yaşam düzenlemeleri ile mutlu. We can come to an arrangement over the price.  / Biz fiyatlar üzerinde bir düzenlemeye gidebiliriz.
Arrest: Tutuklamak
She was arrested on suspicion of murder.  /  O, cinayet şüphesi ile tutuklandı.
Arrival: Varış, geliş
There are 120 arrivals and departures every day.  /  Her gün 120 varış ve geliş vardır. The first arrivals at the concert got the best seats. / Konserde ilk gelenler en iyi koltukları alır.
Arrive: Varmak, ulaşmak, başarmak, gelmek
I’ll wait until they arrive.  / Ben onlar ulaşana kadar bekleyeceğim. A letter arrived for you this morning. / Bu sabah sizin için bir mektup geldi.
Arrow: Ok, Ok işareti
Use the arrow keys to move the cursor. / İmleci hareket ettirmek için ok tuşlarını kullanın.
Art: Sanat, sanatsal, hüner, ustalık
Contemporary art / Çağdaş sanat Collection of art and antiques / Sanat ve antika koleksiyonu
Article: Makale, madde, eşya, nesne, sözleşmeyle bağlanmak
Have you seen that article about young fashion designers? / Genç moda tasarımcıları hakkındaki makaleyi gördünüz mü? Articles of clothing / Giyim eşyaları
Artificial: Yapay, suni
Job interview is a very artificial situation. / İş görüşmesi çok yapay bir durumdur.
Artist: Sanatçı, ressam
A graphic artist  /  Bir grafik sanatçısı
Artistic: Sanatsal, sanatçı ruhlu, güzel sanatlarla ilgili
The artistic works of the period  /  Dönemin sanatsal eserleri She comes from a very artistic family. / O çok sanat ruhlu bir aileden geliyor.
As: Olarak, gibi, kadar, iken, olduğu gibi
As she grew older she gained in confidence. / O yaşlanırken güven kazandı. She’s very tall, as is her mother. / O annesi gibi uzun.
Ashamed: Mahcup, utanmış
Aside: Bir tarafa, bir yana
She pulled the curtain aside. / O bir tarafa perde çekti.
Aside from: -den başka, dışında
Ask: Sormak, istemek, rica etmek
Can I ask a question?  /  Ben bir soru sorabilir miyim? All the students were asked to complete a questionnaire.  /  Bütün öğrencilerin bir anket doldurmaları istendi.
Asleep: Uykuda, uyumuş
The police found him asleep in a garage. / Polis onu garajda uyurken buldu.
Aspect: Görünüm, görünüş, yön, cephe
The book aims to cover all aspects of city life.  /  Kita şehir hayatının bütün yönlerini kapsıyor.
Assistance: Yardım, destek
He can walk only with the assistance of crutches.  /  O yalnız koltuk değneklerinin yardımı ile yürüyebilir.
Assistant: Yardımcı, asistan, tezgahtar
Assistant Attorney General William Weld  /  Yardımcı başsavcı William Weld
Assist: Yardım, destek, sayı yapma pası
Anyone willing to assist can contact with this number.  /  Yardımcı olmayı isteyen herkes bu numara ile irtibat kurabilir.
Associate: Ortak, arkadaş, dost, birleştirmek, çağrıştırmak, bağdaştırmak, ilişkilendirmek
I always associate the smell of baking with my childhood.  /  Fırının kokusu bana daima çocukluğumu çağrıştırır. Most people immediately associate addictions with drugs, alcohol and cigarettes.  /  İnsanların çoğu uyuşturucu, alkol ve sigarayı bağımlılık ile ilişkilendirir.
Associated: İlişkili, birleşmiş
Salaries and associated costs have risen substantially.  /  Maaşlar ve ilişkili maliyetler önemli ölçüde artmıştır.
Association: Dernek, ortaklık, iş birliği
Football Association  / Futbol derneği
Assume: Üstlenmek, farz etmek, saymak, varsaymak
In the story the god assumes the form of an eagle.  /  Hikayede tanrı bir kartal şeklinde varsayılır. The court assumed responsibility for the girl’s.  /  Mahkeme kızın sorumluluğunu üstlendi.
Assure: Sağlamak, temin etmek, garanti etmek
This achievement has assured her a place in the history books.  /  Bu başarı onun tarih kitaplarındaki yerini garanti etti.
At: -de, -da, -ye, -ya, -e, -a, savaşçı, asker
At the corner of the street  /  Caddenin köşesinde They arrived late at the airport.  /  Onlar havaalanına geç geldi. We left at 2 o’clock.  /  Biz saat 2’de ayrıldık.
Atmosphere: Atmosfer
Pollution of the atmosphere / Atmosfer kirliliği Saturn’s atmosphere /  Satürnün atmosferi
Atom: Atom, zerre, çok az miktar
The splitting of the atom  / Atom bölme
Attach: Eklemek, bağlamak, takmak, iliştirmek
Attached: Bağlı, ekli, takılı
I’ve never seen two people so attached to each other. / Ben birbirine öyle bağlı iki insan görmemiştim. The research unit is attached to the university. / Araştırma ünitesi üniversiteye bağlıdır.
Attack: Saldırı, atak, hücum
A woman was attacked and robbed by a gang of youths.  /  Genç bir çete tarafından bir kadın saldırıya uğradı ve soyuldu. The man attacked him with a knife. / Adam bir bir bıçakla ona saldırdı.
 Attempt: Girişim, teşebbüs, denemek
I will attempt to answer all your questions. / Bütün sorularınızı cevaplamayı deneyeceğim. The prisoners attempted to escape, but failed.  / Mahkumlar kaçmaya çalıştı, fakat başarısız oldu.
Attempted: Teşebbüs etmek, denemek, kalkışmak
We were shocked by his attempted suicide.  /  Biz onun intihar girişiminden şok olduk.
Attend: Katılmak, devam etmek, bir yere gitmek, hazır bulunmak, hizmet etmek
Our children will attend the same school. / Çocuklarımız aynı okula gidecek. The meeting was attended by 90% of shareholders. / Hissedarların % 90’ı toplantıya katıldı.
Attention: Dikkat, ilgi, özen
She tried to attract the waiter’s attention. / O garsonun dikkatini çekmeye çalıştı.
Attitude: Tutum, tavır, davranış
If you want to pass your exams you’d better change your attitude!  / Sınavlarınızı geçmek istiyorsanız tavırlarınızı değiştirseniz daha iyi olur.
Attorney: Avukat
Attract: Çekmek, cezbetmek
The exhibition has attracted thousands of visitors.  / Sergi binlerce ziyaretçi çekti.
Attraction: Cazibe, çekicilik
Buckingham Palace is a major tourist attraction.  /  Buckingham sarayı önemli bir turist çekim merkezidir.
Attractive: Cazip, ilgi çekici
I like John but I don’t find him attractive physically.  /  Ben John’u beğenirim ama fiziksel olarak onu çekici bulmuyorum.
Audience: İzleyici, dinleyici, seyirci
The audience clapping for 10 minutes.  /  Seyirci 10 dakikadır alkışlıyor. Movie audiences  /  Film izleyicileri
August: Ağustos
Aunt: Teyze, hala, yenge
My aunt lives in Canada.  /  Teyzem Kanada’da yaşıyor.
Author: Yazar
Who is your favourite author?  /  En sevdiğiniz yazar kim?
Authority: Otorite, yetki, uzman, bilirkişi
in a position of authority / bilirkişi pozisyonunda Only the manager has the authority to sign cheques. / Sadece yönetici çekleri imzalama yetkisine sahiptir.
Automatic: Otomatik, kendi kendine olan
A fully automatic driverless train  /  Tam otomatik sürücüsüz tren Automatic transmission / Otomatik vites
Autumn: Sonbahar, güz
in the autumn of 2013 / 2013’ün sonbaharında It’s been a very mild autumn this year.  /  Bu yıl sonbahar çok ılıman oldu.
Available: Mevcut, geçerli, hazır, müsait
We’ll send you a copy as soon as it becomes available.   /  Hazır olur olmaz size bir kopya göndereceğiz.
Average: Ortalama
The average of 4, 5 and 9 is 6.  /  4, 5 ve 9’un ortalaması 6’dır.
Avoid: Önlemek, kaçınmak
The name was changed to avoid confusion with another firm. / Başka bir firma ile karışıklığı önlemek için adı değiştirildi.
Awake: Uyanık, farkına varmak
I was still awake when he came to bed.  /  O yatağa gittiği zaman ben hâlâ uyanıktım.
Award: Ödül, karar, hüküm, vermek
The judges awarded equal points to both finalists.   /  Uzmanlar her iki finalisti eşit puanla ödüllendirdi.a
Aware: Farkında, haberdar, uyanık
He was aware of the problem. / O, sorunun farkındaydı.
Away: Uzak, uzakta, deplasmanda
The beach is a mile away.  /  Sahil bir mil uzakta.
Awful: Korkunç, berbat, müthiş, oldukça büyük
The weather last summer was awful. / Geçen yaz hava berbattı.
Awfully: Çok, son derece, müthiş bir şekilde
I’m awfully sorry for this problem. / Ben bu problem için çok üzgünüm.
Awkward: Garip, beceriksiz, sakar, ters, kullanışsız
There was an awkward silence. / Bir garip sessizlik vardı. Don’t ask awkward questions.  / Garip sorular sorma.
  
YDS veya diğer dil sınavlarına yönelik her türlü sorularınızı yorum bölümünden yazabilirsiniz.

YDS’de En Çok Çıkan Kelimeler ve Örnek Cümleler
YDS Sınavları


Konuyla ilgili eklenmesini veya öğrenmek istediğiniz kelimeler varsa, yorum bölümünden yazabilirsiniz.
##########################

Türkiye'nin en büyük Online ücretsiz web sitesi kursu.

Web sitemizde yer alan diğer İngilizce Kelimelere bakabilirsiniz. Ayrıca kendinizi gelişmeye yönelik sitemizde açılan bütün konular tamamen ücretsiz olarak hizmetinize sunulmuştur. Sitemizde yer alan konularımız, İngilizceye başlayanların yanı sıra kendilerini geliştirmek isteyenlere de yönelik bilgiler içermektedir. İngilizce öğrenmek isteyen ve özellikle belirterek her seviyeye hitap eden konularımız mevcuttur.

Önemli bilgi:

İngilizce Dilini Nasıl Öğrenirim veya İngilizce Dilini Nasıl Öğreniriz?

İngilizce dilini öğrenmenin birçok yöntemleri vardır. Sizlere 10 adımda İngilizce dilini öğrenmenin yanı sıra kendinizi nasıl geliştirebileceğiniz konusunda bilgiler verecek olursak, aşağıdaki maddeler halinde belirttiğimiz bilgileri kesinlikle işinize yaracaktır.
  1. İngilizce konuşan kişilerle pratik yapın.
  2. İngilizce müzik dinleyin ve şarkı sözlerini takip edin.
  3. İngilizce altyazılı filmler veya diziler izleyin.
  4. İngilizce kitaplar, hikâye veya makaleler okuyun.
  5. Günlük hayatta İngilizce kelimeleri ve ifadeleri kullanmaya çalışın.
  6. Dil öğrenme uygulamaları veya çevrimiçi kaynaklar kullanın.
  7. Kelimelerin anlamlarını ve doğru kullanımlarını öğrenmek için sözlükleri kullanın.
  8. İngilizce dilbilgisini ve dil yapılarını çalışın.
  9. İngilizce yazı yazın, günlük tutun veya mektuplar yazın.
  10. Bir dil eğitimi programına veya kursuna katılın.

Bu ipuçları, İngilizce öğrenmeye yardımcı olabilir. Unutmayın, sabır ve düzenli pratik çok önemlidir. Yavaş yavaş ilerleyin ve kendinize zaman tanıyın. Dil alanında kendinizi geliştirmek istiyorsanız hedefleriniz olmalı. Örneğin çalıştığınız kurumda daha iyi bir noktaya gelmek istiyorsanız, dil önemlidir. Kamuda çalışan bir memuru iseniz (herhangi bir unvanınız olmasa bile), dil sayesinde yurtdışı görevlendirme imkanınız olacaktır. Gerek özel ve gerekse de kamu sektöründe dil tazminatı almak istiyorsanız (maaşlarınıza ek ödeme) öğreneceğiniz herhangi bir dil sayesinde bunu başarabilirsiniz.
Başarılar dileriz! AK İngilizce Kursu Kursları

Online Ücretsiz İngilizce Kursu Kursları

9 Yorumlar

  1. Konuyla ilgili elimizden geldiğince anlaşılır olması için mobil ve tablet uyumlu olacak biçimde görselliğe de önem vermeye çalıştık.

    YanıtlaSil
  2. About: Hakkında, yaklaşık

    Örnek Cümle Aşağıda verilmiştir.

    English Sentence Example:
    What do you think about YDS?
    Cümlenin Türkçe anlamı karşılığı:
    YDS hakkında ne düşünüyorsunuz?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Aşağıda "about" ile yapılmış cümlelerle bu kelimenin kullanım şekillerini görebilirsiniz:

      He often tells jokes about dumb blonds. --> O, sık sık aptal sarışınlar hakkında şakalar yapar.

      She has anxiety about the future. --> Onun geleceğe dair korkuları var.

      What's that book about? --> Bu kitap ne hakkında?

      The movie is about the American civil war. --> Bu film Amerikan iç savaşı üzerine.

      We have a discussion about love. --> Biz aşk üzerine tartışıyoruz.

      She has a phobia about spiders. --> Onun örümcek fobisi var.

      I am happy about my decision. --> Kararıma dair mutluyum.

      He was still unsure about what he should do. --> O, ne yapması gerektiği konusunda hâlâ emin değil. (O, ne yapması gerektiği konusunda belirsizliğini koruyor)

      We are now certain about our decision to move. --> Bizim taşınma konusundaki kararımız kesin.

      I don't care about your opinion! --> Senin fikrinle ilgilenmiyorum. (Senin fikrin beni ilgilenmiyor)

      She always dreams about winning the lottery. --> O, daima piyangoda kazanma düşü kuruyor.

      Sil
    2. He taught us all about biology.
      --> O, bize biyoloji hakkında her şeyi öğretti.

      It's all about having fun.
      --> Hepsi eğlenceye dair.

      I can't do anything about it.
      --> Bu konuda bir şey yapamam.

      There's nothing we can do about it.
      --> Onunla ilgili yapabileceğimiz bir şey yok.

      What exactly didn't you like about the play?
      --> Partiye dair tam olarak hoşuna gitmeyen neydi?

      There is a deep sadness about him.
      --> Ona ilişkin derin bir acı var.

      There's something strange about him.
      --> Ona dair garip bir şey var. (Onda garip bir şey var)

      Could you make me some coffee too, while you're about it?
      --> Onun üzerindeyken, bana da biraz kahve yapar mısın? (Hazır ordayken, bana da biraz kahve getirir misin)

      How shall go about solving this problem?
      --> Bu soruna nasıl (bir) yaklaşım getireceğiz?

      How about a cup of tea?
      --> Bir fincan çay nasıl olur? (Bir fincan çaya ne dersin)

      He's about 1.90 m. tall.
      --> O, yaklaşık 1.90 m. Boyunda.

      I gave the report about two months ago.
      --> Raporu yaklaşık iki ay önce verdim.

      Selma must be about somewhere.
      --> Selma buralarda bir yerde olmalı.

      Ayşe was about to leave, when Tamer arrived.
      --> Tamer geldiğinde Ayşe gitmek üzereydi.

      Sil
  3. Above: Yukarıda, üzerinde

    English Sentence Example:
    Seen from above the cars looked tiny.

    Türkçe Anlamı:
    Arabalar yukarıdan küçücük görünüyor.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. English Sentence Example:

      The airplane was flying above the clouds. (Uçak bulutların üzerinde uçuyordu).
      -----
      English Sentence Example:

      The mountain is about 2000 metres above sea level. (Dağ deniz seviyesinden yaklaşık 2000 metre yüksekliktedir).

      Sil
    2. Tekrardan tekrar yapalım.
      Above. Üzerinde Yukarıda anlamına gelmektedir.

      Sizler gibi bende 2023 ayı itibariyle ingilizce öğrenmeye başladım.

      Sil
  4. Aşağıda sizlere 250'den fazla YDS'de çıkan kelimelerin ve kelimelerin anlamları ve cümle içerisinde kullanımı biçimde bilgiler verilmiştir. Ayrıca bir noktaya değinmek istedik.. Verilen İngilizce örnek cümlelerin Türkçe karşılığının ne olduğu hakkında da bilgiler verdik.

    YanıtlaSil
  5. Absolute: Kesin, saf, mutlak, tam
    Beauty cannot be measured by any absolute standard.
    Güzellik herhangi bir mutlak standart tarafından ölçülemez.

    Absolutely: Kesinlikle
    You’re absolutely right.
    Sen kesinlikle haklısın.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Daha yeni Daha eski

Konu altı Reklam - Sol

Konu altı Reklam - Sağ